top of page
Yazarın fotoğrafımeltemtzn

MUSTAFA YÜCE’DEN "ODALIK" SERGİSİ

Eserlerini ilk olarak 2011 yılında izleyicisi ile buluşturan Mustafa Yüce sanat piyasasında resimleri ile varlığını gösterdiği ilk andan bu yana gerek tekniğini gerekse odaklandığı konuları hep bir adım ileriye taşıyarak hem yenilikçi hem de özgün bir sanatçı olmayı başarabilmiş bir isimdir. İlk çalışmaları sürrealist izler taşıyan Yüce, daha sonra 2014 yılında hiperrealist tarzda çalıştığı yaşlı portreler serisinde soft pastel teknik kullanarak özellikle doğu insanının coğrafik, sosyolojik ve siyasal yaşanmışlıklarını ve zorluklarını portrelerinde derinlemesine işlemiş ve izleyiciyi bu serisinden itibaren derinden etkilemeyi başarmıştır. Yaşlı portreleri serisini ise çocuk ve oyun serisi takip etmiştir. Yüce bu seride küresel dünyada yaşanan savaşların ve yıkımların çocuklara yansıyan yanlarını gözler önüne sermeyi başarmış tüm bu savaşların çocukların psikolojisi üzerindeki etkilerini hiperrealist tarzda yaptığı resimleri ile çarpıcı bir şekilde aktarmıştır. Resimlerinde fotogerçekçiliği sürreal bir kurgu ile birleştirerek vermek istediği mesajı hikayeci bir anlatım ile bütünleştirmesi Yüce’nin resimlerinin izleyicisi ile derin bir bağ kurmasını sağlıyor. Kullandığı renk tonlamaları ise bu bağı daha da güçlü kılıyor. Çocuk ve oyun serisinde sıcak renkleri kullanarak resmettiği çocuk portreleri ile baloncukların içerisine yer alan savaş oyuncaklarının gri tonlamalar kullanılarak desenler halinde belli belirsiz yerleştirilmesi resmin izleyici üzerindeki etkisini sağlamlaştırır.


Üzerinde yaşadığımız dünyada var olan tüm acı ve felaketlerin çocuklara, yaşlılara ve kadınlara yaşattıklarının farkındalığından kopmadan çalışmalarını üreten Mustafa Yüce bizlere bir ressam olarak salt estetik kaygı ile değil insani kaygılarla da üretimin önemini hatırlatıyor. Çoğunlukla yaşadığımız coğrafyanın sorunlarından yola çıkarak aslında bilinen ancak görülmek istenmeyen tüm gerçek problemleri, resimleri ile önümüze sererek bizi de içinden bir türlü çıkamadığımız ve gözlerimizi kör edercesine giderek sanallaşan dünyamızdan kolumuzdan çekip atarcasına çıkarıyor. Tıpkı “Tenhadaki Günah” isimli resminin yaptığı gibi. Yüce, tüm yanlış anlaşılma ihtimallerine ve gelebilecek eleştirilere rağmen bu resimle birlikte kadına karşı şiddetin dini kılıflar ile meşrulaştırılmaya çalışılmasına etkileyici bir yergi yapmıştır. Türk sanatımızda Modern döneme dair yapılmış en cesur resim olan ve şu an kayıp olan Osman Hamdi’nin ‘Mihrap’ adlı resmini ve döneminde getirdiği yankıları düşünüyorum. Mustafa Yüce “Tenhadaki Günah” isimli eseri ile günümüzde bu güçlü etkiyi yaratabilen bir diğer cesur ressam olarak inanıyorum ki sanat tarihimizde de gerektiği yeri alacaktır.


Tenhadaki Günah, Tuval Üzerine Yağlıboya


Zihninde her daim sosyolojik bir sorunu irdeleyen Mustafa Yüce’nin detaycı ve hassas kişiliğinin resimlerine sürreal bir tarzda yansıması ile başlayıp bunu hiperrealizm ile güçlendirmesi de bu detaycı ve irdeleyici yanından geliyor. Sanatçı şimdi de 18. Ve 19. Yüzyıllarda Oryantalist ressamlara konu olmuş, onların zihinlerini cezbetmiş ancak kendilerine hep yasaklı olan bu sebeple de ancak zihinlerinde kurdukları ütopyayı resmederek somut hale getirmeye çalıştıkları haremin yasaklı kadınlarını irdeliyor. Modern dünyamızın nesneleri ve imgeleri ile tüm dünyada merak uyandıran ancak merak uyandırdığı oranda da saklı tutulan Osmanlı hareminde yaşamış olan köle kadınları bir araya getirerek kendi ütopyasını sunuyor. Bunu sunarken yansıttığı asıl nokta ise haremin zevki, sefası ve güzel kadınları. Mustafa Yüce’nin resimleri konu bakımından haremi 19.yüzyıl oryantalistlerinin işlediği gibi ele alarak sanat tarihine de referans gönderiyor. Ancak onun resimleri yaşadığımız çağın nesnelerini de içerisine katarak tarihte önemli bir yer eden yasaklı kadınları daha canlı ve gerçek kılıyor.



Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden ( özellikle Hırvat, Macar, Fransız, İtalyan, Rum, Rus, Gürcü) özenle seçilerek hareme getirilen ve kendilerine oldukça donanımlı eğitimlerin verildiği harem kadınlarının adeta bir kafeste özenle yaşatıldığı bu yuva gerçekten bir yuva mıydı? Erkek egemen bir dünyanın baskın olduğu ve başarılı olmanın padişahın gözdesi olmaktan ya da ona bir erkek çocuk vermekten geçtiği bu yolda o kadınlar neler hissettiler ve bu hissettiklerinin içerisinde erotizme ve keyfe yer var mıydı?


Mimari yapısı ile de sarayın diğer mekanlarından daha dar, sıkışık ve karmaşık bir yapıya sahip olan harem dış dünya ile iletişimi tamamen kopuk olacak şekilde tasarlanmıştır. Bu mimari konumlanış ve plan aslında haremde yaşayanların hayatının mimari bir yansıması gibidir. Harem kadınları hayatta kalmak, güçlü olabilmek için bu karmaşık ve dar mimari yapı içerisinde yeri geldiğinde çok kurnaz, bazen masum, güzel ve becerikli bazen de karanlık işler çevirebilecek kadar zeki olmak zorunda kalmışlardır. Hayatlarını bir köle olarak geçiren bu kadınların kendilerini biraz daha özgür hissedebilmek için tek çareleri dişiliklerini kullanarak padişahın gözdesi olmak ve ona bir erkek çocuk vermek olmuştur.


Ehl'i Zevk


Yüce’nin haremde erotizm var mıydı sorusu işte tam da bu noktada devreye giriyor. Köle bir cariyenin biraz olsun özgür yaşayabilmek için kullanmak zorunda olduğu dişiliği belki sadece mecburiyetten belki de haremde yalnız kaldığı bir anda içgüdüsel olarak ortaya çıkarak sanatçının resimlerinde görünür kılınıyor. Mustafa Yüce bu serisinde haremin yasaklı kadınlarının en özel, tutkulu, vahşi ve masum yanlarını günümüz objeleri ile birleştirerek çağdaş bir yorum katıyor. Sanatçı, Osmanlı Dönemi mimari bezemeleri ile tuvalde yarattığı mekanı da gerçek kılıyor. Her bir resim haremin güzel kadınlarının en mahrem anlarında olanlara ve hissettiklerine şahit olduğumuz hissi uyandırıyor. Haremi hiperrealist bir tarzda izlemek tüm tarihsel düşlerimizi daha heyecanlı bir hale getiriyor.


**Bu yazı Rh+ Dergi 140. Sayıda ve 11 Haziran 2018 tarihinde Ek Dergi'de yayınlanmıştır.

16 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

댓글


bottom of page