İtalya hemen herkesin ilgisini çeken bir ülke olarak, yurtdışı tatil planlarına da her zaman ilk sırada eklenenler listesinde olmuştur. Ancak gözlemlediğim kadarıyla insanlar gezmek için genellikle kuzey İtalya’yı tercih etmekte ve bu nedenle bir kültür harmanı olan hem doğasıyla hem tarihiyle hem mafyasıyla ünlü Sicilya bölgesini esgeçmişleridir. Sicilya’nın kuzey İtalya’dan daha farklı bir havası olduğu gerçek ancak bu bölgeyi daha az turistik yapmıyor. Bölgede hem tarihi, hem doğal güzellikler iç içe olduğu için de buraya özel vakit ayırmak gerektiğini düşünmekteyim. Bu nedenle de bölgeye yapacağınız bir seyahat planına Sicilya’nın başşehri Palermo’yu eklemeden geçmeyin derim.
Palermo, özerk bir bölge olan Sicilya’nın en büyük şehridir. Bu nedenle tarihi yerleri gezip, Sicilya bölgesinin kendine has mutfağını deneyimlemek, gece dışarı çıkıp eğlenmek ve denize girip serinlemek için ziyaretçisine tüm fırsatları sunuyor. Turistlerin, şehre dair en çok merak ettikleri şey ise tabii ki mafya konusu. Maalesef halk bu konuda konuşmaya çok açık değil. Genellikle, sorulduğu zaman konuyu değiştiriyorlar ve bundan anlaşılıyor ki mafya Palermo’da hala var olan ancak yabancılara çok da bahsedilmesi hoşlanılmayan bir konu.
Catacombe Dei Cappuccini
Şehirde görebileceğiniz en ünlü yer, biraz ürkütücü de olmakla birlikte Catacombe dei Cappuccini. Burası Avrupa’nın en fazla ölüye sahip olan yer altı mezarlığı ve içerisinde yüzyıllar öncesinden kalan tam 8.000 adet ölü yer almakta. Katakombu gezerken ölümle yaşam arasındaki o ince çizgiyi derinden hissediyor, yer yer ürperiyor ama bir o kadar dikkatle gezmeye devam ediyor insan. Duvarlara asılmış, yüzyıllar öncesinin kıyafetleriyle sanki her an arkanızdan dürtecek gibiler. Katakombun en ünlü ölüsü ise, “uyuyan güzel” olarak adlandırdıkları ve neredeyse cesedi hiç bozulmamış, 2 yaşındaki Rosalia Lombardo. 1920 yılında ölen bu sevimli kız çocuğunun bunca zaman aynı sevimlilikle korunmuş olması hayrete düşürüyor ve aklınızda Rosalia ile katakombu terk ediyorsunuz. Sanıyorum Palermo’ya dair benim aklımda en kalıcı hatıra bu katakomptu.
Şehrin tarihi binalarından en önemlileri ise Katedral, Teatro Massimo ve Palazzo dei Normanni. Quattro Canti adı verilen iki ayrı caddeye açılan meydandan bu üç binaya ulaşmak mümkün. Quattro Canti ise görülmeye değer ayrı bir sanat eseri olarak şehrin göbeğine konumlandırılmış. Dört köşeden oluşan ve iki ayrı caddeye açılan bu meydanda her bir köşede, her bir mevsimi temsil eden binalar yer almakta. Quattro Canti de “4 Mevsim” demek. Sekizgen bir şekli olan bu meydanın 4 köşesinde yer alan 4 bina cephesi 4 mevsime uygun heykellerle süslenmiş çeşmelerden oluşuyor. Bu heykellerin yaşattığı estetik şölen ile şehrin önemli iki caddesine bağlanabilir, Katedral’i, Teatro Massimo’yu ve Norman Sarayını ziyaret edebilirsiniz.
Palermo’da gezerken müthiş bir kültür şölenine hazır olmalısınız. Çünkü hemen hemen bütün binalarda şehrin tarih boyunca yaşadığı tüm kültürel değişiklikleri okumak mümkün. Katedral de bunlardan birisi aslında. Başlarda bir Bizans Kilisesi olarak inşa edilen yapı, daha sonra geçirdiği değişikliklerle bir dönem camii olarak da kullanılmış. Katedrali gezip onun az ötesine geçtiğinizde ise Norman Saray’ında yine Bizans, Norman ve Arap kültürünü bir arada görmek mümkün.
Teatro Massimo ise film severlerin çok iyi bildiğini tahmin ettiğim bir bina. Burası İtalya’nın en büyük opera binası ve Avrupa’nın da en büyük opera binalarından birisi. Aynı zamanda The God Father 3 filminin final sahnesinin çekildiği yer. Tiyatro merdivenlerinin önüne gelip de, filmi izlediyseniz Al Pacino’nun o meşhur sahnesini tekrar hatırlıyor küçük bir tebessümle adeta o sahne çekilirken oradaymış gibi hissediyorsunuz.
Norman Sarayı ve Monreale Katedrali
Eğer seyahatlerinizde tarihe tanıklık etmeyi seviyorsanız önerebileceğim bir diğer yer ise Monreale Katedrali. Buraya Palermo şehir merkezinden bir otobüsle ulaşmak mümkün. Monreale, Palermo’nun küçük bir kasabası ve burada müthiş bir katedral yer alıyor. Palermo’nun hemen her yerinde olduğu gibi Bizans, Norman ve Arap etkilerinin sunduğu müthiş görsel şölenin tavan yaptığı yer, bana kalırsa tam da burası. Yapının içi tamamen altın sarısı zemine yapılmış mozaiklerle dolu ve mozaiklerde İncil ve Tevrat’tan sahneler yer almakta. Dışarıdan ve içeriden görkemini koruyan bu binayı görmeden, katedralin tam karşısındaki restoranda pizzanızı yiyip biranızı içmeden Monreale’den ayrılmamanızı öneririm.
Palermo’da gündüz yaptığınız tarihi turun ardından gece eğlenmek için iki seçeneğiniz var: Ballaro ya da Vucciria. Bu iki sokak gündüzleri açık market olarak kullanılan, geceleri ise eğlence alanına dönüşen bir alan. Palermo’da gece hayatı, sıradan barlara gidip içmek şeklinde olmuyor. Ballaro ve Vucciria iki farklı müzik ve eğlence insanına hitap eden, boylu boyunca iki yanında alkol alabileceğiniz küçük barları olan sokaklar. Orada oturup eğlenmek yok. İçeceğinizi alıp, sokağa çıkıyor, tanıdığınız tanımadığınız insanlarla hep birlikte eğleniyorsunuz. Dilerseniz, Ballaro ya da Vucciria gecelerinin ardından biriken yorgunluğunuzu atmak için ertesi sabah, merkeze yaklaşık 30 dakika uzaklıkta olan Mondello sahiline gidebilirsiniz. Burada halka açık ücretsiz plajlardan yararlanabilir, Palermo sıcağında yüzerek ve Palermo’nun ünlü dondurması Brioscia’yı yiyerek serinleyebilirsiniz.
Ballaro ve Vucciria
Palermo’ya gidip de Akdeniz’in meşhur tatlarını denememek olmaz. Sicilya mutfağının pizza ve makarna dışında en meşhur yiyeceği Arancina. Arancina’yı Palermo’daki tüm fırın ve pastahanelerinde( buradaki pastananeler aslında bar olarak geçen, atıştırmalık yiyecek ve her türlü içeceği bulabildiğiniz mekanlar) bulabilirsiniz. Aslında Türk mutfağının içli köftesi ile hemen hemen aynı fakat bunun pirinçle yapılanı olarak düşünebilirsiniz. Kıymalı, sebzeli ya da yalnızca mozarellalı seçeneklerini bulabileceğiniz Arancina, yedikten sonra damağınızdan uzun süre silinmeyecek müthiş bir lezzet. Tatlı olarak ise yine Sicilya mutfağına ait Canolli denenmesi gereken lezzetlerden. Çıtır bir hamur içerisinde bol kremalı olarak sunulan tatlı Türkiye’ye döndüğünüzde hep özleyeceğiniz bir lezzet olarak kalacak aklınızda.
Tarihi yerleri, botanik bahçeleri, asırlık ağaçları, gece hayatı, yiyecekleri ve samimi halkı ile dolu dolu bir tatil yaşayacağınız Palermo’yu gezdikten sonra, İtalya’nın güneyi aklınıza bambaşka kazınacak, ilk fırsatta tekrar gitmek isteyeceksiniz. Klasik tatil anlayışından farklı bir deneyim yaşatacak olan bu bölgenin kültürü ve insanları sizleri evinizde hissettirecek.
Comments