Küratör kelimesi etimolojik olarak tanımlanırken curare kelimesinden geldiği ve bu kelimenin anlamının ise bakmak, görmek, özen göstermek ve korumak anlamına geldiği açıklanır. Ancak genellikle mesleğin tarihsel gelişimine pek değinilmiyor. Halbuki bir mesleğin ilk kullanımı, ne amaçla ortaya çıktığı ve hangi sınıfa hizmet ettiği tarihsel süreçte ne kadar değişse de kökeninde olduğu şeyden mesajlar taşımaya devam etmektedir. Bir mesleğin çıkış noktası ile geldiği son nokta bence birbirinden hiç de bağımsız değillerdir.
Küratörlük son zamanların en modern ve entelektüel mesleği olarak görülüyor. Özellikle ülkemizde gençler hızla Sanat Yönetimi bölümlerine kayıt olup, oradan mezun olarak küratör olacakları günü iple çekiyor, daha üniversitedeyken piyasanın ve camianın kokusunu içlerine çekerek yetişiyorlar. Açıkçası ben Eskişehir’de Sanat Tarihi eğitimi gördüğüm sıralarda değil de çok sonra İstanbul’a gelip Sanat Galerileri’nde çalışıp buraları gezmeye başladıkça bu kavram ile daha sık karşılaşır oldum. Ancak çalıştığım galerilerde birkaç küratör ile çalışıp, gezdiğim sergilerin küratöryal düzenlemelerini gördükçe bu kavram /meslek kafamda daha da yabancılaştı. Ne yapardı bir küratör, asli amacı neydi, neden sergi kurulumu için gerekliydi ve en önemlisi bu alanda neden bir tekelleşme vardı ve küratörler niçin sanatçılardan daha üstün varlıklar olarak zikrediliyorlardı? Gözlemlerim bana küratörlü bir sergide, küratörün isminin sanatçısından daha fazla geçtiğini ve daha ön planda olduğunu göstermişti. Aynı gözlemler ve deneyimler ise küratörlerin bir sergi hazırlarken hala neye göre olduğunu anlamadığım şekilde resimleri ya da heykelleri yan yana dizmekten ve bir metin hazırlamaktan başka bir işi olmadığını göstermişti. O zaman nasıl oluyordu da böylesine olmazsa olmaz bir mesleğe dönüşüyordu? Tarihte ilk küratör kimdi, neden ihtiyaç doğmuştu da çıkmıştı bu meslek ortaya? Kafamda deli sorular vardı.
Tam bu soruları araştırıyor ama içinden çıkamıyorken bir kitap ile tanıştım. Vesna Madzoski’nin aslında doktora tezi olan ve şükür ki Mina Haydaroğlu tarafından hem de çok güzel ve anlaşılır bir şekilde Türkçeye çevrilen Küratörlük, Koruma ve Kapatmanın Diyalektiği kitabı. Bu kitap ile birlikte aslında küratörlüğün konuşulmayan ve bence konuşulmak istenmeyen tarihi gün yüzüne çıkıyordu. Vesna bu kitapta Roma Dönemi’nde de küratörlerin var olduğundan ve görev tanımlarından bahsederek günümüz küratörlük kavramına kadar gelerek iki büyük sanat etkinliği olan Documenta ve Manifesta’yı inceleyen çok net anlatımı ile küratörlerin kafamdaki yerini daha net bir yere oturttu.
Örneğin Antik Roma’da küratörler her zaman bir erkek olma koşulu ile çeşitli nedenlerden dolayı kendi işini idare edemeyen insanlara atanan bir meslek grubunu icra eden kişilerdi. Bu kendi işlerini idare edemeyen insanların tanımı ise şöyle geçiyordu; reşit olmayanlar, akli dengesi yerinde olmayanlar, sağırlar, gerizekalılar ve malını har vurup harman savuranlar. [1] Bu insanlar dışında küratörlerin çok daha fazla insan çeşidine çeşitli nedenlerle atandıkları görülüyor. Ancak amaç hep aynı, küratörler bir şekilde devlet tarafından doğru karar veremeyecek insanlara veriliyor.
Desen : Cömert Doğru
Küratörlüğün hüküm sürdüğü bir diğer alan ise hayvanat bahçeleri olarak görülüyor ki bu kullanım aynı zamanda güncel de bir kullanımdır. Çeşitli hayvanat bahçeleri hala kendi küratörlerine sahiptir. Hayvanat bahçelerinde görev yapan küratörler genellikle buraların hayvan türlerine göre kategorilere ayrılmasından, hayvanat bahçelerine yeni türler bulup getirmekten ve sorumlu oldukları vahşi hayvanların evcilleştirilmesi, sağlığı ya da karantinaya alımı ile yükümlüdür. [2]
Sanat camiasında küratörlüğün bugünki haline gelişi ise aslında 2.Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkıyor. Savaşın verdiği zararlardan nasibini alan müzelerin içlerindeki sanat eserlerinin tekrar toplanması, bakımı ve sergilenmesi ile ilk olarak müze küratörleri karşımıza çıkıyor. 1990’ların ortalarına kadar daha çok müzelerin koleksiyonları ile ilgilenen küratörler daha sonra galerilerin açılması ve çoğalması ile buralarda da etkin olmaya başlıyorlar. 1994 yılı ise küratörlerin sayısal olarak çoğaldığı bir dönüm noktası gibi; 1960 yılında 6 müze ile ilgilenen 36 küratör varken bu sayı 1994’de 140 oluyor. [3] Bunlar elbette Türkiye dışı rakamlar. Ancak Batı’yı üretim ve özgünlük açısından yakalamakta zorlanan fakat taklit açısından ensesinden takip eden Türkiye sanat ortamı küratörlük mesleğini de ülkeye hızla entegre etmekte gecikmiyor. Doksanlı yıllarda bu meslek Türkiye’ye ilk olarak Vasıf Kortun ile birlikte geliyor. Beral Madra’nın çalışmaları ile de ülkemizde iyice yaygınlaşan ve popülerleşen bir meslek halini alıyor. Nihayet Beral Madra tarafından ülkemizde ilk Sanat Yönetimi bölümü yeni küratörler yetiştirmek üzere kuruluyor.
Ancak küratörlüğün ülkemizde aldığı hal Batı ile kıyaslandığında acımasız bir halde gözüküyor. Beral Madra ve Vasıf Kortun ile tekelleşen bu mesleğin açılan Sanat Yönetimi bölümlerine ve yeni küratörlere rağmen tekelleşmekten kurtulamadığı görülüyor. Her ne kadar Beral Madra ve Vasıf Kortun artık daha pasifleşmiş olsalar da görülüyor ki tahtları Marcus Graf ve Derya Yücel gibi isimler tarafından ele geçirilmiş ya da bu kişilerin ellerine camia tarafından teslim edilmiş. Graf’ın ve Yücel'in neredeyse ülkedeki tüm büyük etkinliklerde, galerilerin en önemli addeddikleri tüm sergilerinde küratör olarak geçmelerinin en önemli nedeni sanıyorum budur. Ancak burada önemli nokta mesleğin ülkede tekelleşmesinden ziyade sanatçıların da artık bu hakimiyetin altına kendi istekleri ile girmiş olmalarıdır. Özellikle günümüz genç sanatçıları piyasada sürekli adı geçen belli başlı birkaç küratörün bir şekilde dikkatini çekmek, onların sergilerinde isimlerinin yer alması için oldukça çaba gösteriyorlar. Bu durum da küratörlerin isimlerinin sanatçıların önünde olduğu tezini maalesef doğruluyor. Bir sergide hangi sanatçıların eserlerinin boy göstereceğinden ziyade o sergiyi kimin kürate ettiği etkinliği daha da popüler kılıyor.
Gelinen bu nokta küratörlerin günümüze evrilişi ile ilgili akla takılan bir çok soruyu da beraberinde getiriyor. Günümüzde sanat piyasasında küratörlerin varlığı sanatçıların toplumun normalliğinden sıyrılmış, biraz deli, biraz kendi kararlarını veremeyecek kişiler olduklarına karar verildikleri için mi bu hale evrildi? Bu kararı kim verdi? Sanat eserlerinin değerinin artık maddi değer ile ölçüldüğü bu çağda paranın bir şekilde birileri le paylaşılması gerektiği çünkü sanatçının zaten çok savurgan olacağı ve bu miktarların onlara fazla olacağı mı düşünüldü? Kısacası pastadan herkes kendisine bir pay alsın diye sanatçılar başrolden alınıp onun yerine küratörler mi geçti?
Kelimenin eski mesleki tanımlamalarına girildikçe küratörlük kavramı bana kalırsa sanatçı tarafından daha korkunç bir hal alıyor. Küratörlerin Antik Roma ve hayvanat bahçelerindeki görev tanımı ile sanat alanındaki görev tanımı bir arada düşünüldüğünde ortaya çıkan sonuç bu mesleğin asli görevinin Roma’dan günümüze birilerinin ya da bir şeylerin doğalarından koparılması ya da bir yerlere tıkılması olduğunu gösteriyor. Akıl sağlığı yerinde olmayanları kontrol altında tut, hayvanları doğalarından çekip onları yapay bir dünyaya tık, sanat eserlerini müzelere ve evlere hapset. Kültür endüstrisi tüm canlılar için en vahim sonuçlarını yaratırken hayvanların buna bir itiraz hakkı olmadığını ancak sanatçıların bu duruma ( istisnalar dışında) itiraz etmediğini gördük. Benim en çok merak ettiğim soru ise şu; sanat camiasının küratörleri tam olarak kimin küratörü? Eserleri ile ne yapacağı konusunda doğru kararlar veremeyen sanatçıların mı yoksa ehlileştirilmesi ve evcilleştirilmesi gereken sanat eserlerinin mi?
[1] Vesna Madzoski, Küratörlük: Koruma ve Kapatmanın Diyalektiği, syd. 26, Küy Yayınları
[2] https://www.thebalance.com/zoo-curator-125934
[3] http://www.artandscienceofcuration.org.uk/learning-from-the-history-of-curatorship/
** Bu yazı 3 Eylül 2017 tarihinde Ek Dergi'de yayınlanmıştır.
** Rh+ Sanat Dergisi Kasım 2017 sayısında yayınlanmıştır.
Commenti